0535 976 7 888

BELEDİYELERİN (YABANCILARA) TOPRAK SATIŞI


Yrd. Doç. Dr. Ahmet MUTLU
Hitit Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü, ahmutlu@yahoo.com 
Mutlu. Ahmet, “Belediyelerin Toprak Satışı Üzerine”, 38. Uluslar arası Asya ve Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS), 10-15 Eylül, Ankara

Murat Apay
İş Geliştirme ve Yatırım Uzmanı 

ÖZET 

Özelleştirme küreselleşmenin en önemli araçlarından birisidir. Özelleştirmenin önemli bir konusu ise toprak satışıdır. Nitekim, ülkemizdeki özelleştirmelerin önemli konularından birisi de toprak satışıdır. Son yıllarda belediyelerin toprak satışı –özellikle yabancılara toprak satışı- sıklıkla gündeme gelmektedir. Bu çalışmanın konusu da belediyelerin toprak satışıdır.  


GİRİŞ 

Toprak, ülke olmanın olmazsa olmaz koşullarından birisidir. Toprağın yaşamsal önemi nedeniyledir ki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülke topraklarının korunması hassas bir konu olagelmiştir2. Toprakların korunmasıyla ilgili hassasiyet, özellikle belediyelerin ellerindeki toprakları satışa çıkarma sürecinin hızlandığı bugünlerde yeniden ortaya çıkmış görünmektedir. Halihazırda 5393 sayılı yeni Belediye Yasası ve başka yasalar, özellikle kentlerin fiziksel planlamasıyla, dolayısıyla kentsel topraklarla ilgili pek çok görev, sorumluluk ve yetkiyi belediyelere vermekte ve hatta onları bu konuda adeta tek kurum haline getirmektedir. Geçmişten beri zaten tartışmalı bir konu olan belediyeler tarafından kentsel toprakların satışı, küreselleşme eğilimleriyle birlikte daha ciddi bir hal almıştır. Belediyelerin toprak satışı genel olarak ulusal çıkarlar, kentleşme ilkeleri ve sürdürülebilirlikle ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda, kentsel toprakların özel mülkiyete konu olması, “kent planlaması ve kentsel gelişmeye ilişkin sorunlar”, “toplumsal ve ekonomik açıdan ortaya çıkan sorunlar” ve “siyasal ve etik sorunlar” bakımından (Keleş vd. 1999: 33-34) eleştirilmektedir. 

Bu çalışmanın konusunu oluşturan belediyelerin kentsel toprak satışı da yukarıdaki çerçevede ele alınacaktır. Buna göre, önce genel olarak toprak satışına, sonra da belediyelerin toprak satışına değinilecek ve belediyelerin hangi gerekçelerle toprak sattıkları irdelenecektir. 
                                                 
2 Cumhuriyetin ilk yıllarında (1924) çıkarılan Köy Yasası’nda (m.87), gerek gerçek kişilerin, gerekse tüzel kişilerin köylerde arazi ve emlak satın alamayacakları hususu yer almıştır. 1935 tarihli Tapu Yasası’nda (m.53 ve 36) ise yabancıların taşınmaz mal alabilmeleri, yasalardaki yasaklayıcı hükümler dışında ve karşılıklılık ilkesine bağlı olmak şartına bağlanmış, köy sınırları dışındaki ve 30 hektardan büyük toprak alımı ise Bakanlar Kurulu kararına bağlanmıştır. Öte yandan, bu yasaların ilgili maddelerinde yabancılar lehine değişiklikler yapan yasayı iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin kararında (R.G. 24.08.1985, No:18852) iptal gerekçesi şöyle yer almaktadır: “Toprağın, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel öğesi ve bağımsızlığın simgesi olduğu…”.  

Arkasından, belediyelerin toprak satma politikaları, ulusal çıkar, kentleşme ve sürdürülebilirlik gibi çeşitli açılardan sorgulanarak, çeşitli öneriler sunulacaktır.  

1. Toprak Satışı ve Kentsel Toprakların
Satışı Sorunu 

1980’li yıllardan itibaren dünyada yaygınlaşmaya başlayan ve ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetimsel boyutlarıyla kapsamlı bir dönüşümü simgeleyen “Yeni Sağ” akımı (Aksoy, 1998: 4), küreselleşme olgusunun temel değerlerini biçimlendirmiştir. Küreselleşme sürecine çabuk eklemlenen bir ülke olduğundan, yeni sağ politikalar Türkiye’yi de etkilemiştir.

Yeni sağın genel olarak kamu yönetimi üzerinde iki yönlü etkisinden söz edilmektedir. İlki, kamu yönetiminin, kamu faaliyet alanının - ekonomik olanları öncelikli olmak üzere- küçültülmesi, daraltılmasıdır. İkincisi ise daraltılan bu alanda kamu faaliyet ve örgütlerinin özel işletmecilik anlayışı çerçevesinde yeniden yapılandırılması ya da doğrudan özel girişim katkılarıyla işletilmesidir. Yeni sağın bu iki öngörüsü, “rasyonel” bir kamu, kamu faaliyet alanı ve kamu hizmeti tanımının öğelerini ortaya koymayı amaçlar. Bir yandan verimsiz çalışacağı önceden belli olan kamu girişim ve faaliyet alanı küçültülerek kaynak israfı önlenirken, diğer yandan da işletmecilik anlayışı ve bu anlayışı temsil eden özel sektör devreye sokulmaktadır.

Özel sektör, özel girişim mantığı doğrultusunda verimli çalışacak ve böylece kaynaklar en rasyonel  biçimde kullanılmış olacaktır (Aksoy, 1998: 11). Kamu iktisadi teşebbüsleri üzerinde yoğun bir özelleştirme baskısı, süratle elden çıkarma, özel sektöre devretme, kamusal olması zorunlu olanlarınsa “işletme” mantığıyla yapılandırılması, yeni sağın ülkemizi de etkileyen özellikleridir. 

Yeni sağın yukarıdaki bakışı, aynı zamanda kamunun elindeki taşınmaz mallarla, özellikle toprakla (arazi) da ilgili olmuştur. Kamunun elindeki arazilerin verimli kullanılamadığı ya da atıl durduğu, buraların özel sektöre satışıyla birlikte ciddi bir ekonomik faydanın yaratılacağı görüşü, 1980’li yıllardan itibaren siyasi iktidarların politikalarında sıklıkla dile getirilen bir konu olmuştur. İşletmecilik mantığı ile kamu arazilerinin elden çıkarılması eğilimi, “Milli Emlak ve Gecekondu Islah Projesi” gibi projelerde açıkça sezilir. Söz konusu projenin başlıca amaçları arasında “taşınmazların satışa mani sorunlarının çözümü, satış yöntemlerinin belirlenmesi ve profesyonelce tanıtılması” gibi devletin pazarlamacı rolünü ön plana çıkarmak kaygısını  yansıtan cümleler yer almaktadır (Keleş, 1998: 19). 

Ülkemizde toprak satışı, ilk olarak  turizmi geliştirerek döviz girdisi sağlamak gerekçesiyle, yabancılara  satış yollarının açılması biçiminde gündeme getirilmiştir3. Benzer eğilim, özellikle büyük kentlerde ticaret merkezleri ve de sanayi tesisleri kurmak üzere özel sektöre tarım alanlarının ucuza satışıyla sürmüştür. 

Merkezi yönetim düzeyinde toprak satışının önemli bir politik konu olması, doğal olarak yerel yönetimlerin de bu konuya bakışını etkilemiştir. Yerel yönetimleri toprak satışı konusunda görece geniş yetkilerle donatan yeni düzenlemelerle4 birlikte, özellikle belediyeler, iktidar partilerinin genel eğilimine paralel politikalar izleyerek, ellerindeki toprakları satma konusunda yoğun bir çaba içinde olduğu söylenebilir5. Özellikle “yönetişim” anlayışının6 gittikçe yaygınlaşması ve benimsenmesiyle, yerel yönetimlerin kamusal mal ve hizmet üretiminde özel sektör mantığına yaklaşan uygulamaları her geçen gün daha çok benimsendiği görülmektedir. Bu bağlamda, ekonomik kaynak yaratma çabaları içinde taşınmazların ve özellikle toprakların (arsa-arazi) satışı dikkati çekmektedir. Hatta belediyelerin, bazı toplumsal altyapı hizmetleriyle yarattıkları arazi rantına önemli bir gelir kaynağı olarak baktıkları bilinmektedir. Kısaca, yerel yönetimlerin kamusal hizmet sunumunda ve bu bağlamda toprak satış politikalarında özel sektöre ve serbest rekabetin avantajlarına önem verdikleri bir gerçektir.  
                                               
3 Bkz. 13 Mayıs 1983 tarihli Resmi Gazete, No: 18046.
4 1580 sayılı Belediye Yasası’nda belediyeler, konut yapmak, satmak ve kiraya vermek gibi yetkilere sahip iken 2005 yılında kabul edilen 5393 sayılı (Yeni) Belediye Yasası’nda düzenli kentleşmenin sağlanması, konut, ticaret ve sanayi alanında ihtiyaçların karşılanması amacıyla “arsa üretilmesi”, konut, toplu konut üretilmesi, satılması gibi daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Üstelik belediyeler, bu işleri, kendi bütçesi içerisinde kuracağı “işletmeler”le gerçekleştirebilecektir.
5 Bu çabanın en tipik örneğini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 4. Levent’teki 46 dönümlük İETT garajının uluslar arası bir şirkete gökdelen yapmak üzere satılma tasarısı oluşturmaktadır. 
6 Yönetişim anlayışı, yerel hizmetlerin görülmesinde kamu-özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin ortaklığını öngörmesi bakımından, yerel yönetimlerin yerel düzeyde inisiyatiflerini artıran ve güçlendiren bir içerik taşımaktadır. 


2. Belediyelerin Toprak Satışı ve Nedenleri 

Küreselleşme sürecinin, yeni sağ politikaların uygulanmasıyla önce ekonomiyi, sonra da dolaylı olarak  toplumu yeniden düzenleme amacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ülkemizde 1980’li yıllardan bu yana kamu yönetiminde ve onun önemli bir parçası olan yerel yönetimlerde yeni sağ değerlerin içselleştirilmesi ve yaygınlaştırılması çabaları vardır (Aksoy, 1998: 13). Küreselleşme sürecinde “yönetişim” gibi kavramlarla yerel yönetimler düzeyinde yeni sağ politikaların hayata geçirilmesi kolaylaştırılmaktadır. 

Yerel yönetimlerin iki temel özelliği itibariyle öne çıktığı görülmektedir: İlki, yerel yönetimlerin, bir taraftan demokratik yapının etkin ve vazgeçilmez unsurları olmasıdır. İkincisi de doğrudan, ucuz, halkın etkileyebildiği hizmetlerin sunulduğu yönetim yapıları olmasıdır. Toprak satışı, yerel yönetimlerin ikinci özelliğine dayalı ekonomik nitelikli bir politikadır. 1980’li yıllardan itibaren, şehircilikte “kamunun olabildiğince çok arasa sahibi olması” (Keleş, 1998: 19) kuralının tersine, belediyelerin hızla ellerindeki toprakları satma eğiliminde olduğu görülmüştür. Söz konusu tarihten itibaren belediyelerin arsayı, bir kentsel stok oluşturma amacıyla değil, doğrudan ve olabilecek en hızlı yolla elden çıkarma amacıyla ürettikleri söylenebilir.

Küreselleşmenin kentsel gelişme/rant projelerini hedeflemesi, yerel yönetimlerin “yönetme” boyutunu işletmeciye indirgemektedir. Pazar mekanizmasının gizlilik, rekabet, kara yönelik etkinlik gibi özellikleri, politika ve bürokrasi mekanizmasının tartışma, eşitlik, verimlilik ve standartlar gibi özelliklerin yerini almaktadır (Çamur, 2000: 675). Bu bağlamda yerel yönetimlerin elindeki toprak da bir rant kaynağı olarak, küresel pazara sunulan “mal” olarak görülmektedir. Yerel yönetimlerin küreselleşme doğrultusundaki bu eğiliminin toprak satışına yansıması, sadece yabancı şirketler bağlamında düşünülmemelidir. Toprak satışı ve buna yönelik yönetsel politikaların muhatabı, yabancı şirketlerin yanı sıra yerli şirketler olduğu gibi yabancı-yerel ortaklıkları da olabilmektedir.

Küreselleşme sürecinde yerel yönetimlerin önemli oluşunu belirleyen rollerden birisi, bunların yerel hizmetlerin görülmesinde karar verici ve kaynak yaratıcı olmasıdır. Yerel yönetimlerin, yerel hizmetleri kendi eliyle gerçekleştirebilmesi, merkezi yönetimden yönetsel, mali ve ekonomik olarak bağımsız hareket edebilmesine bağlı olduğuna göre bu olanakların yaratılması gerekmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde yerel yönetimlerin “mali ve ekonomik” sorunlarının, yönetsel yetki sorunlarından daha ağır olduğu vurgulanmaktadır. Yönetsel yetkilerin, yerel yönetimlerin yerel hizmetleri kendi eliyle görmesine yeterli olduğu, ancak mali ve ekonomik kaynak yetersizliğinden dolayı bu yetkilerin hayata geçirilemediği yıllardır dile getirilen bir sorundur. Belediyelerin bu sorunları karşısında yeni sağ politikaların uygulanması adeta bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür. Nitekim, belediyelerin ellerindeki toprakları satmaları, bu kurtuluşu sağlayacak temel politikalardan birisi durumundadır.

Belediyelerin toprak satışındaki ekonomik amacın çeşitli biçimlerde gerçekleştiği söylenebilir. Bunlardan öncelikli olanı, toprak rantını yükselterek/ya da mevcut haliyle doğrudan satış gelirlerinin elde edilmesidir. Belediyeler, çeşitli altyapı yatırımlarıyla ve toplumsal hizmetlerle şerefiyesi yükselen toprakları yüksek bedellerle satabilmektedirler. Diğer deyişle, belediyelerin toprak satışındaki ilk amaç, doğrudan gelir sağlamaktır. Küçük belediyelerin cari giderlerini (personel giderleri gibi) karşılamak için toprak satışı da bu bağlamda değerlendirilebilir. 

Doğrudan gelir etme amacı yanında dolaylı bir ekonomik amaçtan da söz edilebilir. Bu da özel sektörü kentin çeşitli bölgelerine çekerek, buralara ekonomik  canlılık kazandırma  amacıdır. Nitekim kentsel gelişme projelerinde alışveriş merkezleri, kongre ve toplantı merkezleri, oteller, kültür parkları gibi yatırımla ağırlık verilmesi, özel sektörü çekmenin en kolay yolu olabilmektedir. 13 Temmuz 2005’te çıkarılan 5393 sayılı Belediye Yasası’ndaki hükümlerle, belediyelerin bu tür politika uygulamalarını kolaylaştıran yasal zemin oluşturulmuştur:  
“Belediye; düzenli kentleşmeyi sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde, özel kanunlarına göre korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar üretmek; konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak ve bu amaçlarla arazi satın almak, kamulaştırma yapmak, bu arsaları trampa etmek, bu konuda ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşları ve bankalarla iş birliği yapmak ve gerektiğinde onlarla ortak projeler gerçekleştirmek yetkisine sahiptir. Belediye, bu amaçla bütçesinden gerekli parayı ayırmak suretiyle işletme tesis edebilir”. 
5393 sayılı Belediye Yasası’yla birlikte, küreselleşme bağlamında yeni sağ politikaların uygulanmasına uygun bir zemin hazırlanmış  görünmektedir. Öte yandan, bu yasayla belediyelere kendi kaynaklarını yaratma ve yerel hizmetleri görme olanağı da sağlamıştır. Öte yandan kaynak yaratma sürecinde toprak satışının kolaylaştığı da bir gerçektir. 

3. Belediyeler Toprak Satmalı mı? 

Devletin toprak satmaya yönelik politikası geçmişten bu yana eleştirilen bir konu olagelmiştir. Başlangıçta yabancılara toprak satışı karşısında oluşan hassasiyet, ulusal çıkarlarla ilgili iken zamanla kentsel hizmetleri ve yerli özel sektöre toprak satışını da içermeye başlamıştır. Kentsel toprak satışıyla ilgili politikalar, bilim adamları tarafından eleştirildiği gibi yargı tarafından da dikkatle izlenmektedir7. Toprak satışına bilim çevrelerince getirilen eleştirilerin temelinde ulusal çıkarlar ve kentbilimsel gerekçeler yer alırken, yargı çevrelerinin yaklaşımında ulusal çıkarlarla ilgili görüşler baskındır. 

7 Bilim çevrelerine, özelikle Ruşen KELEŞ’in Cumhuriyet Gazetesi’ndeki 14.11.1979 tarihli “Devlet Arsa Satmalı mı?”, 13.08.1984 tarihli “Yabancıya Toprak Satmak” ve 21.02.1990 tarihli “Toprağını Satışa Çıkaran Devlet” yazıları örnek gösterilebilir. Yargı çevresine ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.05.1974 tarihli (E:1971/2-820, K:1974/505) kararı ile Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1986 tarihli (E.1986/18, K:1986/24) kararı örnek verilebilir. Yabancılara toprak satışı, “ulusal güvenliği tehlikeye atacağı” gerekçesiyle askeri çevrelerce de eleştirildiği vurgulanmalıdır. Bkz. (Milliyet, 26.11.2005)  

Gerçekten de devletin toprak satışı ulusal çıkar ve kentbilimsel yönden çeşitli sorunlar taşımaktadır. Toprak satışı konusunda belediyelerin söz konusu olması durumunda yukarıdaki sorunlar daha da önemli hale gelmektedir. Üstelik bu sorunlara, sürdürülebilirlikle ilgili sorunlar da eklenebilir.            

a. Ulusal Çıkarlar Bakımından 

Kentsel toprakların satışının sakıncaları konusunda öncelikle “ulusal çıkarlar”a değinilebilir. Belediye topraklarının özellikle yabancılara satılmasıyla ilgili olan bu durum, geçmişten bugüne pek çok bakımdan eleştirilmiştir. Bu konuda Keleş (1984), haklı olarak şöyle demektedir:  
“Devletlerin bir karış toprak için birbirleriyle yıllar süren savaşlara girmeleri boşuna mıdır? Devlet olabilmek için ileri görüşlü politikalar uygulayan toplumlar, işe toprak satın almakla başlamışlardır. İsrail Devleti; Filistin Yahudi Yerleşim Derneği, Filistin Toprak Ortaklığı ve Yahudi Ulusal Fonu adlı kuruluşların yarım yüzyıllık sürekli çabalarının sonucunda bir ülkeye sahip olmayı başarmıştır… Ellerindeki toprağı titizlikle sahip olmayı başaramayan toplumlar, yurtsuz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar…”.  
21 Haziran 1984 tarih ve 3029 nolu yasanın Anayasa Mahkemesi’ndeki iptal gerekçesinde ise ülke ile millet arasında bağlantı bulunduğu, ülkenin bu millet fertlerine ait olduğu, bu hükümlerden yararlanacak belli bölgelerde toprak alacak yabancıların o bölgelerde çoğunluk sağlayıp etkinlik kazanabilecekleri, bu yöndeki gelişmelerle yabancılar tarafından mülk edinilen toprakların ülkeden kopma durumuna gelebileceği, tarihte böyle olayların yaşandığı, Arap topraklarında Yahudilerin bu yolla sağladıkları etkinlik sonucunda İsrail devletini kurmayı başardıkları” dile getirilmektedir. Yine yabancılara toprak ve mülk satışına olanak veren kanun tasarısının 9 Ekim 1986 tarihli iptal gerekçesinde yukarıdakine benzer görüşlere yer vermektedir (E.1986/18, K.1986/24): “Ülkede yabancıların arazi ve emlak edinmesi, salt bir mülkiyet sorudir…nu olarak değerlendirilemez. Toprak, devletin vazgeçilmez … temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesi”.  
Yukarıdakilerle bağlı olarak Keleş (1990), gerek devletin, gerekse belediyelerin toprak satışı konusunda bir başka soruna dikkat çekmektedir. Ona göre halkın malı olan hazine topraklarını satmak, hem tüzel kurallar, hem de kamu yararının gerekleri bakımından pek çok sakınca taşımaktadır. Bunları satışa çıkaranlara, ulus yetki vermiş değildir. Bu nedenle ortada “yetki aşımı”nın da ötesinde bir sorun vardır. Bu tür kararları verenler, vekalet görevleriyle ve ulusal değerlerle ilgili sorumluluklarını unutmaktadırlar. 
Toprakların yabancılara satışı konusundaki yukarıdaki kaygılar, mevcut uluslararası antlaşmalar nedeniyle, geçmişe göre daha önemli hale gelmiştir. Çünkü, ülkemizin de kabul ettiği MAI (Çok Taraflı Yatırım Antlaşması), MIGA (Çok Taraflı Yatırım Garanti Sözleşmesi) gibi antlaşma ve sözleşmeler, yabancıların bir ülkedeki yatırımlarının korunması konusunda o ülkeye ciddi sorumluluklar yüklemektedir. 
Örneğin, MAI ile her türlü kamulaştırma, dolaylı kamulaştırma veya kamulaştırma ya da dolaylı kamulaştırmaya bezer sonuçlar yaratabilecek her türlü devlet girişimi yasaklanmaktadır (www.antimai.org, 2006). Bunun anlamı açıktır. Kendi toprakları üzerinde hukuki olarak her türlü tasarrufa sahip olan devlet, yabancıların yatırımları konu olduğunda kısıtlı yetkilere sahip olacaktır. Bu ise bir ülkede, ulus-devletin aşılarak, genellikle çokuluslu şirketlerden oluşan yabancı sermaye gruplarının egemenliği paylaşması demektir. Toprağın yabancılara satışı, böyle bir sonucun ülkede kalıcı olmasını sağlamak demektir. 

b. Kentleşme Bakımından 

Yeni sağ düşüncenin biçimlendirdiği küreselleşme çerçevesinde kentsel gelişme projeleri, olması gerektiğinin tersine, toplumsal üretimi yeniden dağıtmanın bir aracı değil, toprak rantının çoğaltılması ve bunun sermaye kesimine devrinin aracı olarak görünmektedir. Bu projelerle, özel tüketim kamusal tüketimin yerini almakta; yaratılan iş olanaklarının ardına gizlenerek, yüksek gelir gruplarının tüketim ihtiyaçlarına yönelik  kamu kaynağı tahsisi yapılmaktadır. Kent yönetimlerinin/yerel yönetimlerin  “politika” ve “”i bir araya getiren yaklaşımları benimsemeleri, sosyal ve ekonomik içerikli proje geliştirme yeteneklerinin azalması sonucunu da doğurmaktadır (Çamur, 2000: 675). 

Kentbilimsel olarak kentsel toprakların özel mülkiyete konu edilmesinden itibaren, arsa spekülasyonunun ya da benzer oluşumların yaygın olarak kent planlarının uygulanmasını engellediği görülmektedir. Bu nedenle büyük kentlerde kent planlama faaliyetlerinin yapılamadığı bilinmektedir. Örneğin, Ankara'nın gelişmeye açık bölgelerinin hemen hemen tamamı özel mülkiyete tabi olduğundan, başarılı bir kent planı uygulamasından söz edilemeyeceği vurgulanmaktadır (Görmez, 1998: 69) Bu bağlamda, belediyelerin kentsel toprakların özel mülkiyete konu edilmesinde “aracı” olması, aslında kendi kentsel politikalarının tıkanması anlamına gelmektedir.  

Demokratikleşme, yerelleşme ve etkin hizmet ilkelerine dayalı yerel yönetimler, mevcut yasal düzenlemelerin de imkan vermesiyle, “üretimden uzaklaşan sermayenin yeniden üretilmesine uygun kentleri” spekülasyon ve rantın odağı konumuna getirmesi, bireyi/kentliyi “çok değişik türde ve düzeyde emrivakiler”le karşı karşıya bırakmaktadır (Tekeli, 1996: 24). Yerel yönetimlerin ellerindeki toprakları satışa çıkarması, kentsel gelişme projeleriyle yaratılan emrivakilerin önemli araçlarından biri olarak değerlendirilebilir. 

Kentlerin biçimlenmesinde kentlilerin söz sahibi olması yerine, sermaye kesimi lehine emrivakilerin etkili olması, insan hakları bağlamındaki çağdaş gelişmelerle karşıtlık oluşturur. Herkesin sağlıklı, dengeli ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını içeren çevre hakkının bir parçası olan ve sağlıklı bir kentte, plana göre gelişen, her türlü olanaklarıyla güzel bir çevrede, yaşayanların rahat, mutlu ve huzurlu oldukları, kentli kimlik ve bilincini içeren bir toplumsal ortamı içeren “kentli hakları”na göre kentin biçimlendirilmesinde “kentlinin söz sahibi olması” esastır. Belediyelerin toprak satışı, kentli haklarının hem sosyal hem de demokratik ilkeleriyle çelişir. 

Kentli haklarının somut olarak ortaya çıkmasında başvuru kaynağı niteliği taşıyan 1992 tarihli Avrupa Kentsel Şartı’nda kentlilerin sosyal hakları konusunda şunlar vurgulanmaktadır: Hava, gürültü, su ve toprak kirliliği olmayan, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre; mahremiyet ve dokunulmazlığın garanti edildiği, sağlıklı, satın alınabilir, yeterli konut stokunun sağlanması; toplu taşım özel arabalar yayalar ve bisikletliler gibi tüm yol kullanıcıları arasında, birbirinin hareket kabiliyetini ve dolaşım özgürlüğünü kısıtlamayan uyumlu bir düzenin sağlanması; beden ve ruh sağlının korunmasına yardımcı bir düzenin sağlanması; yaş yetenek ve gelir durumu ne olursa olsun, her birey için spor ve boş vakitlerini değerlendirebileceği olanakların sağlanması; tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla, uyumlu ve güzel fiziksel mekanların yaratılması; yerel doğal kaynak ve değerlerin, yerel yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil biçimde, beldede yaşayanların yararı gözetilerek, korunması ve idaresi; bireyin sosyal, kültürel, ahlaki ve ruhsal gelişimine, kişisel refahına yönelik kentsel koşulların oluşturulması (www.adanakentkonseyi.org, 2002).  

Kentli hakları, yerel yönetimlerin kent politikalarında oldukça duyarlı olmalarını öngörür. Bu haklar bağlamında, kentlerin toprakla doğrudan ilgili olan bazı ihtiyaçlarından söz edilmektedir. Bunlar; temel alt yapı (yol, su, enerji, kanal, …), parkların, oyun  ve rekreasyon alanlarının yapım, bakım ve onarımı gibi hizmetler; kültür merkezleri, kütüphane, yüzme havuzu gibi kültürel hizmetler; kendini geliştirme ve boş zamanı değerlendirmeye yönelik hizmetlerdir (Ünlü, 1996: 65).  

Kentli haklarının sosyal ihtiyaçlar boyutu, esasen kentsel peyzajla, dolayısıyla kentsel toprakların kullanımıyla ilgilidir8. Kentsel peyzaj, imar edilmiş alanların temel karakterini oluşturan binalar ve mekanlar arasında iletişimi sağlayan kültürel (bina, köprü, yol, …) ve doğal (toprak, su, bitki, …) etmenlerden oluşan çok boyutlu bir disiplin olarak (Kaplan; Küçükerbaş, 2000: 54), kentlerde daha iyi ve sağlıklı şartlar yaratılmasını hedefleyen çevre kalitesinin araçlarından biridir. Kentsel peyzajı doğuran gereksinmelerden bazıları, kamu mekanlarının yeniden ele alınması ya da kentsel gelişmenin devamlılığını sağlayan projeler yapılması, kamu mekanlarının/alanlarının daha yararlı hale getirilmesi, güvenli ve hoş bir çevre yaratılması amacıyla yenilenmesi, yeni objeler yaratılması ve çoğaltılması olarak sayılabilir (Çubuk, 1997: 21). Kentsel peyzaj disiplininin hayata geçirilmesi, rant kaygılarının zorladığı kentlerin ve kentsel açık alanların, kentlinin eşit şekilde yararlanmasına  olanak sağlar. 

8 Kentli hakları ve kentsel peyzaj arası ilişki konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. (Mutlu, 2002: 33-57). 

1990’lı yılların sonlarına doğru yapılan bir araştırmada Türkiye’de ortalama olarak kentlerin %41’i konut alanı iken % 11’i de sosyal teknik alt yapı alanından oluşmaktadır (Üstünışık, 1998: 82). Yani, belediyelerin yaptığı projelerin büyük bölümü konut ağırlıklı iken sosyal alanlar daha kısıtlı görünmektedir. Bu durum, kentli hakları ve kentsel peyzaj bağlamında ciddi bir handikaptır. Kentsel topraklar, bu handikabın giderilmesinde öncelikle düşünülmesi gereken bir konudur. Bu bağlamda belediyelerin ellerindeki arsalar, sadece konut sorunu ya da özel sektöre satış konusu olarak değil, kalkınma sorununun bütünü içinde ve özellikle kentsel gelişme açısından ele alınmalıdır.  

Kentli haklarının demokratik boyutu ise ekonomik rant olgusunun, kent içindeki doğal-kültürel süreçleri kontrol etmesi ve yönetmesi yerine, bu süreçlerin, kentte yaşayanların  “katılımı”yla belirlenmesini içerir. Diğer ifadeyle, “bireylerin kendileriyle ilgili olan, kendilerini etkileyen fiziksel çevreler, programlar ve kurumlar düzeyinde üretilen kararlarda yer almaları ya da bunların oluşturulmasında kendileriyle işbirliğine gidilmesi” (Bilgin; Göregenli, 1996: 51), kentli haklarının temel öngörülerinden birisidir. Denilebilir ki belediyelerin toprak satışı konusunda halkın görüşüne başvurmak, kentli haklarının temel ilkelerinden birisini hayata geçirmek demektir. Böyle bir ilkenin terk edilmesi ise kent ve kentli üzerinde, yukarıda değinilen “emrivakiler”in egemen kılınması anlamına gelir.  

Kentin gelişmesinde kentlinin söz hakkı olması, aynı zamanda yerel demokrasiye katkı sağlar. Kentsel toprakların salt kentsel/yerel yönetimin kararıyla satışı, kentlileri, bu tür kararlar konusunda yetersiz, zaman kaybettirici ve gayri ekonomik görüş sahibi kişiler olarak görmek anlamına gelir. Oysa ki yerel demokrasinin gereği olarak, kent yönetiminde taşınmazlarla ilgili yönetsel yasa ve kararlardan etkilenecek kişilere konu hakkında düşüncelerini açıklama, karar verme süreçlerine aktif olarak katılma hakkı tanınmalıdır. Bu bağlamda, belediyelerin özellikle toprak satışı karşısında kamuoyunun tepkilerini de dikkate alması gerekir. 

c. Sürdürülebilirlik Bakımından 

Toprak fiziksel olarak üretilemeyen ya da çok sınırlı biçimde üretilebilen bir kaynaktır. Önceleri sadece bir üretim öğesi olarak görülen toprak, günümüzde insanlığın ortak malı olarak nitelendirilen doğal kaynaklar arasında yer almaktadır (Keleş vd., 1999: 19-20). Bütün doğal kaynaklar gibi devletin hüküm ve tasarrufu altında kullanılması gereken bir kaynak olarak toprak, sahibine tekel niteliğinde ayrıcalık kazandırır.  
                                                 
Belediyelerin toprak satışı, sürdürülebilir gelişme bağlamında en olumsuz politikalardan birisi olarak değerlendirilebilir. Çünkü, en basit biçimiyle serbest piyasa zorunlulukları gerekçe gösterilerek belediyelerin elindeki toprakları satışa çıkarması, kısa dönemde ekonomik bir kazanç sağlamakla birlikte, uzun dönemde, gelecek kuşakların menfaati için kıt ve üretilemeyen bir kaynağın elden çıkarılması demektir. 

19. yüzyıldan itibaren “laissez faire” düşüncesinin getirdiği sınırsız kazanç arzusunun o dönemde spekülatif yapılaşma ile sanat ve estetik kaygıdan çok endüstriyel üretime yönelik bir mimarinin doğmasına yol açması (Saran, 1995: 28) gibi bugünde yeni sağ düşünce, belediyelerin kentsel planlarda ekonomik yaklaşımını ön plana çıkarmakta ve toprak stoku da bundan nasibini almaktadır. Ekolojik sorunların ve kentleşmenin her geçen gün arttığı günümüzde, kentlerde yaşayan insanlar ciddi bir yabancılaşmayla karşı karşıyadırlar. Tatillerde genellikle kent dışına çıkma eğilimi, kente karşı  yabancılaşmanın en basit göstergesidir. Öte yandan yerel yönetimlerin sosyal alan, yeşil alan ya da kent ormanları gibi  konulara -geçmişe göre- daha çok önem vermeleri de bu yabancılaşmanın potansiyelini ortaya koyar. Bu bağlamda yerel yönetimlerin elindeki toprakları değerlendirme konusunda salt ekonomik değil, sosyal olarak da düşünmesini zorunlu kılar. Özellikle büyük kentlerde ekonomik büyüme ve hızlı kentleşme, toprak üzerindeki spekülasyonları artırmakta, rantın bölüşümü, sosyal adalet ve dengeyi bozmaktadır. Dolayısıyla konut, çevre ve kentsel yapılanma olumsuz yönde etkilenmektedir (Gökçeer, 1994: 29-30). Bu sorunların önüne geçebilmek için yerel yönetimlerin “sürdürülebilirlik” ilkesini benimsemesi etkili bir politika olabilir. 

İyi bir yerleşmenin gerçekleştirmesi gereken amaçsal nitelikli temel ilkelerden birisi  olan “sürdürülebilirlik”, kalkınma kavramına referansla  gelişmiştir. Kavram, gelecek kuşakların ihtiyaçlarına duyarlı olmayı ve bu bağlamda doğal kaynakların tahrip edilmemesini ve ekolojik dengelerin korunmasını içermektedir. Bu kavramın yerleşme sistemine uyarlanması ise gelecek nesillerin yaşanılır yerleşmelere sahip olması için günümüzde her türlü olanağı yaratmak sorumluluğunu ortaya koyar (Tekeli, 1996: 18, 20). 

Sürdürülebilirlik bağlamında kent ve doğa birbirini dışlamayan kavramlardır. Yerel yönetimlerin doğayı koruma, doğa ve enerji kaynaklarını uygun ve akılcı biçimde kullanma/yönetme, kirliliğe karşı politikalar üretme ile yeşil alanları çoğaltma yükümlülüğünden söz edilebilir. Toprak konusu, sürdürülebilirliğin gerçekleştirilmesinde önemli yer tutar. Yerel yönetimlerin sürdürülebilir gelişmeyi sağlamak için izlemesi gereken stratejiler, doğrudan ya da dolaylı olarak toprakla ilgilidir. Örneğin, 1993 yılında Helsinki’de gerçekleştirilen Uluslararası Konut ve Planlama Federasyonu (IFHB)’nun “Gelecek İçin Şehirler-Değişim Yönleri” adlı seminerde bu konuda şu öneriler yapılmaktadır: Kent merkezlerinde halk kullanımının artırılmalıdır. Kent merkezi düzenlemelerinde kamuya açık serbest alanlar, bu merkezi şekillendirmeli, ticari kesimlerin özelleştirilmesinden kaçınılmalıdır. Kentsel fonksiyonlar bölgeleme yerine, birleştirilmelidir. Yeşil alanların korunması, yayılması ve geliştirilmesi, bunlardan daha etkin yararlanma, planlama yapılırken göz önünde tutulmalıdır. Kentsel büyümeyi açık ve yeşil alanlara kaydırmaktansa, mevcut kentsel tesis ve yapı alanlarını yeniden ihya etme tercih edilmelidir. Yerel halk için karar verme ve planlama sürecine katılabilme olanağı sağlanmalıdır. Katılım için bütün çıkar gruplarına eşit fırsat tanınması esas olmalıdır
(Gökçeer, 1994: 30). 

Gelecekte kent ve doğanın birbirine karşıt olmaktan çok, birbirlerine duyarlı olması zorunluluğu karşısında kentsel toprakların özel sektöre satılması, ciddi sorunlara gebe bir politika olarak görünmektedir.  Sürdürülebilir gelişme konusunda ülkemizde yeterli sayılabilecek hukuki ve yönetsel altyapı varsayılsa bile bunların somut uygulama araçlarından yoksun olmak, bu ilkenin uygulanması bakımından bir şey ifade etmeyecektir. Kentsel topraklar bu somut araçların en önemlilerinden biri olsa gerektir. 


SONUÇ VE ÖNERİLER  

Ülkemizde -küçük ya da büyük- belediyelerin çoğunda toprak satma eğiliminin olduğu reddedilemez. Özellikle kentsel toprakların satışında küreselleşmenin, dolayısıyla yeni sağ politikaların çok etkili olduğu bilinmektedir. Kentsel toprakların satışı, bir taraftan doğrudan gelir sağlama amacı taşırken, bir taraftan da uluslararası ya da ulusal sermayeyi kente çekme amacı taşımaktadır. Bu amaçlarla uygulanan politikalar, kentsel toprakların doğrudan kamu hizmeti amacıyla kullanım politikalarına baskın görünmektedir. Kentsel toprakların her ne amaçla olursa olsun elden çıkarılması, ulusal, kentbilimsel ve sürdürülebilirlik bakımından sakıncalar taşımaktadır.  

Belediyeler, kentsel topraklar konusunda mevcut olandan farklı politikalar izleyebilir mi? Diğer deyişle, baskınlığı gittikçe artan küreselleşme karşısında belediyelerin kentsel topraklar konusundaki politikası nasıl olabilir/olmalıdır? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, hızla gelişen bilim, teknoloji ve toplumsal yapı, gelecekte kentsel hizmetlerin daha da çeşitlenip, farklılaşmasına yol açacaktır. Örneğin, 20 yıl önce kentlerde parklar ve sosyal alanların varlığı ya da yokluğu hiç dikkati çekmezken, bugün bunlar, belediyelerin en yoğun faaliyet konuları arasındadır.  Kentsel hizmetlerin karşılanmasında olmazsa olmaz kaynağın toprak olduğu inkar edilemez. Bu durumda, belediyelerin kentsel topraklar konusunda benimsemesi gereken hedef, 1930’lu yıllarda Ernest Reuter’in vurguladığı hedeften çok farklı değildir: “…Belediyelere şunu tavsiye ediyorum…. Mümkün mertebe arsa alsınlar, arsaya yatırım yapsınlar ve bunları stok etsinler. İleride bu şans ellerinden kaybolacak, gidecektir ve büyük güçlüklerle karşı karşıya kalacaklardır” (Akt. Keleş, 1998: 15-16). Bugün, Reuter’in işaret ettiği güçlükler ortaya çıkmış durumdadır. Bunda piyasa koşulları kadar, yasal koşullar da etkilidir. Örneğin, 5393 sayılı yeni Belediye Yasası, belediyelerin toprak satışı konusundaki yetkilerini açık bir biçimde saymakla birlikte, toprak alımı konusunda o kadar açık değildir/sınırlıdır9. Bu durumda, Reuter’in öngördüğü politika bugün mümkün görünmese de belediyelerin ellerindeki toprakları koruyarak, bu temel hedefe yaklaşabilmeleri söz konusudur. 

9 5393 sayılı yasanın 69. maddesinde toprak satışı konusunda açık ve geniş yetkiler yer almaktadır. Öte yandan belediyelerin toprak satın alması “konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak” amacıyla sınırlamıştır. Diğer deyişle, park, kent ormanı, oyun alanları  gibi sosyal ihtiyaçlar için  arazi satın almak söz konusu değildir. 

Belediyelerin kentsel toprakları ellerinde tutmaları, bazı amaçları gerçekleştirmeye dönük olmalıdır. Bu amaçlardan belki de en önemlisi, kentsel topraklar üzerinde yaratılan spekülasyonun doğuracağı haksız kazançların ve bu kazançların toplum vicdanında yaratacağı rahatsızlıkların önlenmesidir. Bunun yanı sıra kentin güçsüz kesimlerini korumak amacıyla piyasa mekanizması dışında toprak tahsisi yapabilmek amacından da söz edilebilir. Bununla ilişkili olarak, kentte yaşayanların hayat kalitesini yükseltecek hizmetlerin sağlaması bakımından arsa sorununun engel olmaktan çıkarılması amaçlanmalıdır. Bunlara göre daha az önemli olan bir diğer amaçsa, kentsel topraklar üzerindeki spekülatif değer artışlarının, belediyelere kaynak oluşturmasına olanak verecek biçimde kontrol edilmesini sağlamaktır. 

Belediyeler, yukarıdaki hedef ve amaçları taşımak üzere, ellerindeki atıl toprakları değerlendirmede nasıl bir yöntem izlemelidir? Keleş’in (1979) de belirttiği gibi kamu kuruluşlarının ellerindeki toprakları doğrudan ihtiyaçları dışında genellikle üç biçimde değerlendirmektedirler:

a) Özel sektöre doğrudan satış,
b) Düzenleme (tanzim) satışları yapmak,
c) Uzun süreli kiraya vermek (leasehold).

Bunlardan “uzun süreli kiraya vermek”, rasyonel hareket etmeyi benimsemiş Batı toplumlarının tercih ettiği yöntemdir.  Gerçekten de arsaları satmak yerine uzun süreli kiraya vermek, kira süresi bitince mülkiyet konusu olan toprağın yine belediyenin elinde kalması demektir. Kiralama, kentbilim ilkelerine olduğu kadar, sürdürülebilirliğe de uygun bir yöntemdir. 

Kentsel toprakların satışı sorunlu bir konu olmakla birlikte, bu konunun aktörlerini belediyelerle sınırlı görmek yanlıştır. Toprak satışına imkan veren yasalar, dolayısıyla merkezi yönetim, kentsel toprakların elden çıkarılmasına belki de öncelikle sebep olan aktördür. Ancak belediyeler, yasaların verdiği yetkileri kullanmakta inisiyatif sahibidirler. Dolayısıyla, etik ve politik açıdan toprak satışı yoluna başvurmayıp, bunların elde tutulmasını sağlamak bakımından belediyelerin en önemli aktörler olduğu söylenebilir.  


KAYNAKÇA 

Anayasa Mahkemesi Kararı, 21 Haziran 1984/No:3029. …………………………….., 09 Ekim 1986/No:24 
AKSOY, A. Şinasi, (1998), “Yeni Sağ, Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetim: Eleştirel Bir Yaklaşım”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C:7, S:1, Ocak, 3-13.
BİLGİN,  Nuri; Melek GÖREGENLİ, (1996), “Kentsel Katılım ve Çoğulculuk”, Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne, Ed. F.B. Yıldırım, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Yayınları, İstanbul, s.49-62. 
ÇAMUR, Kübra C., (2000), “Küreselleşme Sürecinin Kentsel Mekan Üzerine Etkileri: Yabancı Sermaye Yatırımları”, Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirileri, Yay. Haz. B.A. Güler; A. Sabuktay, TODAİE Yayın No: 304, Ankara, s.661-678.
ÇUBUK,  Mehmet, (1997), “Kentsel Tasarım Formasyonu ve Eğitimi”, Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu, 15-16 Mayıs, İstanbul.
GÖKÇEER, Fikri, (1994), “Şehirlerimizde Sürdürülebilir Gelişmenin Değişim Yönleri”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C:3, S:2, Mart, s.25-31.
GÖRMEZ, Kemal, (1998), Belediyelerde Arsa Üretimi ve Kooperatifler, Türk Belediyecilik Derneği ve Konrad Adenauer Vakfı Yayını, Ankara, s.67-74.
KAPLAN, Adnan;Erhan V. KÜÇÜKERBAŞ, (2000), “Kentsel Tasarımda Peyzaj Mimarlığının Yeri ve Kentsel Peyzaj Tasarımı”, Peyzaj Mimarlığı Kongresi, 19-21 Ekim, Ankara, s. 45-68.
KELEŞ, Ruşen, (1979), “Devlet Arsa Satmalı mı?”, Cumhuriyet, 14 Kasım. ………………, (1984), “Yabancıya Toprak Satmak”, Cumhuriyet, 13 Ağustos. ………………, (1990), “Toprağını Satışa Çıkaran Devlet”, Cumhuriyet, 21 Şubat. ………………, (1998), Belediyelerde Arsa Üretimi ve Kooperatifler, Türk Belediyecilik Derneği ve Konrad Adenauer Vakfı Yayını, Ankara, s.9-21.
KELEŞ, Ruşen vd. (1999), Kentsel Toprak Rantının Kamuya Kazandırılması, Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği Yayını, Ankara. Milliyet, 26 Kasım 1005.
MUTLU, Ahmet, (2002), “Kentli Hakları Bakımından Avrupa Peyzaj Sözleşmesi ve Türkiye”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C:11, S:3, Temmuz, s.33-57. Resmi Gazete, 13 Mayıs 1983/No:18046 ………………, 24 Ağustos 1985/No:18852
SARAN, M. Ulvi, (1995), “Yeni Kent Düzeninin Toplumsal Temelleri”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C:4, S:3, Mayıs, s.27-35.
TEKELİ, İlhan, (1996), “Türkiye’de Çoğulculuk Arayışları ve Kent Yönetimi Üzerine”, Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne, Ed. F.B. Yıldırım, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Yayınları, İstanbul, s.15-28.
ÜNLÜ, Halil, (1996), “İnsan, Doğa ve Kentsel Çevre”, İnsan Çevre Kent, Ed. F.B. Yıldırım, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Yayınları, İstanbul, s.63-70.
ÜSTÜNIŞIK, Belma, (1998), Belediyelerde Arsa Üretimi ve Kooperatifler, Türk Belediyecilik Derneği ve Konrad Adenauer Vakfı Yayını, Ankara, s.81-84. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı, 08. Mayıs 1974/No: 505 Yeni Belediye Yasası  (5393 Sayılı). 


http://www.adanakentkonseyi.org/avkenthakbil.html 110602  (07.12.2002). http://www.antimai.org/kitap/kuralsiz_dunyaI.htm (06.01.2006). 


Paylaş:

İSTANBUL VE TÜRKİYE GENELİ HİZMETLERİMİZ

  1. Otel ve Otel Arsası
  2. Turistik Tesisler
  3. Hastane ve Hastane Arsası
  4. Benzinlik ve Benzinlik Arsası
  5. Tarım Arazileri ve Kredilendirme
  6. Eğitim İmarlı Arsa ve Eğitim Binaları
  7. Satılık Arsalar
  8. Kat Karşılığı Arsalar
  9. Konut İmarlı Arsalar
  10. Ticari İmarlı Arsalar
  11. Eğitim İmarlı Arsalar
  12. Sağlık İmarlı Arsalar
  13. Fabrika ve Sanayi Arsaları
  14. Hafriyat Döküm Sahaları
  15. Projeli AVM Arsaları
  16. Prefabrik Ev Yapımı
  17. Tiny House Ev
  18. Çelik Konstrüksiyon Ev
  19. Airbnb - Ağaç Ev

apay gayrimenkul

  1. İstanbul bölgesinde kat karşılığı toplu konut yeri arıyorum..
  2. Şişli bölgesinde butik kat karşılığı yerler arıyorum.
  3. Muğla bölgesinde kat karşılığı villa arsası arıyorum.

Murat APAY

Talep edilen arsalarla ilgili olarak resmi yetki belgem vardır.